Nev’î Divanı 527 Numaralı Gazelinin Tahlil Denemesi
527
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
1 Ehl-i dil terk itmeyüp câm-ı safâdan geçmedi
Geçti câm-ı bâdeden sûfî riyâdan geçmedi
2 Yâr şeklin biz temâşâ eylerüz agyârda
Sanma ey zâhid bizi kim mâsivâdan geçmedi
3 Nâz ile gördüm vefâdan geçdi dün ol bî-vefâ
Gelmedi benden yana cevr ü cefâdan geçmedi
4 Dîdemün âbı tükendi sîne pür-âteş henüz
Ten gubâr oldı gönlüm hevadan geçmedi
5 Geçmez oldı gerçi nakd-i şi’r ile hubâna söz
Hâtır-ı Nev’i velî hüsn ü edâdan geçmedi
AÇIKLAMA
1 Ehl-i dil terk itmeyüp câm-ı safâdan geçmedi
Geçti câm-ı bâdeden sûfî riyâdan geçmedi
“Ehl-i dil terk itmeyüp câm-ı safâdan geçmedi; sûfî câm-ı bâdeden geçti riyâdan geçmedi”
“Gönül ehli mutluluk kadehini terk etmedi;sufî şarap kadehinden geçti iki yüzlülükten geçmedi.”
Bu beyitte bir Rind-Zahid karşılaştırması görüyoruz. Zahid kelimesi tasavvufi terminolojide biraz olumsuz bir anlam ifade eder. “ ham sofu, çiğ tavırlı dindar, dediğim dedik bir yapıya sahiptir, arif ve aşıklığın ne demek olduğunu anlayamayacak kadar bağnaz, daha giysi ve sûretinin şeklinden başlayarak kendini zahire kaptırmış bir tiptir.[4]
Rind ise Divan şairleri tarafından hep özenilen bir tip olagelmiştir. Rind; dünyaya pul kadar değer vermez, serbest tavırlıdır, içkiden, sevgiliden, zevk ü sefadan nasibini almak ister. Böyle yapmakla kulluğunu yerine getirmiş, cenneti kazanmış olacaktır.[5]
Bu beyitte âşık kendini Rind olarak gözler önüne serdikten sonra Zahid ile arasındaki farkı ortaya koyuyor. Tasavvufi sembolizmde bâde, aşk, ilahi sevgi gibi manalar ifade ettiği için şair her şeye rağmen ilahi aşktan vazgeçmediğini fakat sûfînin[6] ilahi aşktan vazgeçerek mürâî olduğunu yani iki yüzlülük yaptığını söylüyor.
Beyitte ilahi aşkı karşılayan kelimeler ; câm-ı safâ ve câm-ı bâdedir. Divan edebiyatında anlattığımız Rind-Zahid çatışmasına başka bir örnek olarak Şeyhülislam Yahya’nın
“Mescide riyâ-pîşeler etsin ko riyâyı
Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürâî”
beyitini örnek verebiliriz.
Ayrıca Türk edebiyatının büyük şâirlerinden biri olan Fuzûlî ‘nin de Rind ü Zahid adında müstakil bir eseri vardır. Eserde Rind ve Zahid tuttukların yolun doğruluğu konusunda birbirlerini ikna etmeye çalışırlar.
Edebi sanatlar:
Left ü neşr: Birinci mısradaki ehl-i dil, câm-ı safâ kelimeleri ile ikinci mısradaki sufi, riya, câm-ı bâde kelimeleri birbiriyle ilgili ve birbirini tamamladığı için left ü neşr sanatı vardır.
Açık istiare: Câm-ı safâ ve câm-ı bâde kelimeleri ile ilâhi aşk kastedilmiştir. Bu sebeple açık istiare sanatı yapılmıştır.
Tezad: Ehl-i dil ile sûfi kelimeleri arasında çatışma olduğu için tezad sanatı meydana gelmiştir.
Terk itmeyüp-geçti kelimeleri anlam bakımından tezad oluşturmuştur.
Tenasüp:Ehl-i dil, câm-ı safâ, câm-ı bâde;sûfî, riyâ kelimeleri tenasüplü kelimelerdir.
Ses ilgisi:g,d,ç.
2Yâr şeklin biz temâşâ eylerüz agyârda
Sanma ey zâhid bizi kim mâsivâdan geçmedi
“Ey zahid bizi mâsivâdan geçmedi sanma ki; biz yâr şeklin agyârda temâşâ eylerüz.”
“Ey zahid bizi dünya nimetlerinden geçmedi sanma ki biz sevgilinin şeklini yabancılarda( dünya varlıklarında) seyrederiz.”
“Masivâ; Allah’tan başka her şey, dünya ile alakalı şeyler demektir. Şair beyitte dünya işlerinden elini eteğini çekmekle ve kendisini Allah’a vermekle övünen zahid’e seslenerek kendilerinin de dünyayla ilgilenmediklerini söylüyorlar. Her ne kadar dışarıdan dünya ile alâkadar görünsek de biz Allah’ı bulmak ve onun rızasını kazanmak için yarattıkları üzerinden tefekkür ediyoruz demek istemiştir.
Sanatlar:
Nidâ: Zâhid’e “ey” ünlemiyle seslenerek nidâ sanatı yapmıştır.
Açık istiare: “yar” kelimesiyle cismane bir sevgili değil Allah’ı kastedmiştir.
İham-ı tenasüp:Yâr-agyâr-temaşa eylemek. Birinci gruptaki agyâr kelimesi rakip anlamıyla tenasüp oluştururken, ikinci gruptaki gayr, başka anlamıyla iham-ı tenasüp oluşturmuştur.
Tenasüp:Zahid-mâsivâ-agyâr kelimeleri tasuvvufi kelimeler olup aynı beyitte yer verildiği için tenasüp sanatı yapılmıştır.
Cinas-ı mef’û:Yâr-agyâr kelimelerinden yâr kelimesi agyâr kelimesinin içinde bulunduğu için cinas-ı mef’û olur.
Ses ilgisi:â,y,d.
3 Nâz ile gördüm vefâdan geçdi dün ol bî-vefâ
Gelmedi benden yana cevr ü cefâdan geçmedi
“Ol bî-vefa dün gördüm nâz ile vefadan geçdi; benden yana gelmedi cevr ü cefadan geçmedi.”
“ O vefasızı dün gördüm naz ile vefadan geçti; benden yana gelmedi(gelmeyüp) cevr ü cefadan geçmedi.”
Bu beyitte rindane bir eda görüyoruz. Beyit hem beşeri hem de ilahi bir mana içermektedir. Şair vefasız sevgilinin yanına gelmediği aşığa cevr ü cefa ederek nazlı nazlı vefadan geçtiğini yani vefasızlık gösterdiğini söylüyor. Ayrıca basit manasında düşünürsek şairin sevgiliyi vefa semtinden geçerken gördüğünü ve yanına gelmediği için onu hüzüne saldığını çıkarabiliriz.
Tasavvufi olarak beyitten; aşığın şaşkınlık içerisinde olduğunu anlıyoruz. Burada kullanılan “naz” kelimesi kişinin acz ve fakrını bilerek dergah-ı ulûhiyete karşı manasız hod-fürûşlüğa düşmesi demektir.[7]Burada aşığın Allah hakkında hırslı olmakla, ümitsiz olmak arasında durakladığını yani hayret makamında olduğunu anlıyoruz. Şair hayretle, kavuşma ile sürekli muhtaçlılık halindedir. Kalp ehlinin üzerinde hüzünlü bir ruh hali ortaya çıkar. Özetle ifade etmek gerekirse bu beyitte şair Allah’ın gücüne, hikmetine karşı duyduğu aşırı arzuyu ifade ediyor. Kısacası beyitte arzusuna kavuşamamayı vefasız olarak niteleyerek cevr ü cefa içinde kaldığını belirtiyor.
Sanatlar:
Açık istiare: “bî-vefâ”, bu beyitte şair vefasız kelimesiyle sevgiliyi belirtmiştir. Sevgili aşığa karşı umursamazdır. Bu sebeple Divan edebiyatında vefasız olarak nitelendirilmiştir. Burada da sevgili söylenmeden açık istiare yoluyla vefasız olarak nitelenmiştir.
Tevriye: “vefa” kelimesi hem sevgilinin umursamaz hallerine karşılık söylenmiş bir söz hem de İstanbul’daki bir semtin ismi olarak düşünülebilir. Bu söz iki anlamı da düşündürecek şekilde kullanılmıştır.
Tenasüp: naz-vefadan geçmek-bî-vefa- cevr ü cefâ kelimeleri Divan edebiyatında sevgilinin vasıfları olarak nitelendirilmiştir. Bu sebeple bu beyitte tenâsüplü olarak kullanılmıştır.
Sihr-i helal: “ol bî vefâ” kelime grubu hem birinci dizenin sonunda ve ikinci dizenin başında düşünülebilir böylelikle her iki mısraya da özne olabilir bu sebepten dolayı sihr-i helal sanatı yapılmıştır.
Ses ilgisi: n,v,g
4 Dîdemün âbı tükendi sîne pür-âteş henüz
Ten gubâr oldı gönlüm hevadan geçmedi
“Dîdemün âbı tükendi sîne pür-âteş henüz, ten gubâr oldı gönlüm hevadan geçmedi”
“Gözümün yaşı tükendi (ama) hala göğüs ateş dolu ten toz oldu da gönlüm havadan geçmedi”
beyitinde tenâsüp içinde zikr ettiği toprak, su. Hava ve ateş anasır-ı erbaanın unsurlarından olup maddenin özü olduğuna inanılır ve tüm canlılarin çekirdeğini bu dört unsurun oluşturduğu düşüncesi yaygındır. Şair beyitte bu dört unsurun fena(yok) olduğunu ama hala sevgiliden geçmediğini belirtiyor.
Aşık sevgiliye olan hasreti ateşiyle devamlı ağlamakta ve içi yanmaktadır. Ağlamaktan gözlerinin yaşı tükendiği halde göğsü hala aşk ateşiyle kavrulmaktadır. Sevgiliye kavuşamayan, ona karşı büyük bir hasret çeken aşık her zaman ateşler içinde yanmasıyla hayal edilmiştir. Bu aşk ateşi aşığı yakar, kavurur, ciğeri kebaba döner. Bu sebeple genellikle aşığın çektiği ahlar dumanlı ve kıvılcımlı olarak düşünülmüştür. Ayrıca aşık sevgilinin yolunda yok olmayı göze almışlardır.
Aşığın en kıymetli ve sahibi olduğu tek şey canıdır, bunu sevgili yolunda feda etmekten çekinmez. Beyitte tenin toz olması buna delalet eder. Ten fena bulsa da sevgilinin aşkından vazgeçmez. Burada fenafillah makamına ulaştığını anlıyoruz.
Fenafillah; Allah’ın varlığında kendi varlığını yok edilmesi esasına dayanır. Ten maddi varlığı temsil eder, gönül ise manevi varlığı temsil eder. Bu mısrada aşığın Allah’ın varlığında kendi maddi varlığını yok ettiğini anlıyoruz.
Sanatlar:
Mübalağa:”pür-ateş” kelimesi sevgilinin göğsünün ateşle dolu olması aşığın halini mübalağalı şeklinde anlatmasını göstermektedir.
“Didemün âbı tükendi” kelime grubu aşığın sevgili uğruna çok gözyaşı döktüğünü anlamamız için söylenmiş bir sözdür. Gözyaşının dükenmesi veya kanlı göz yaşı akması Divan edebiyatında aşıklığın sıkça kullanılan vasıfları arasındadır ve aşkının büyüklüğünü göstermek için yapılmış bir mübalağadır. Bu beyitte de şair, aşkını anlatmak için bu sözü mübalağalı kullanmıştır.
İham-ı tenasüp: Âb, ateş, gubâr, heva kelimeleri anasır-ı erba’nın unsurları olduğu için beyitte tenasüplü olarak kullanılmıştır. Ancak heva kelimesi beyitte arzu, istek anlamında kullanıldığı için beyitte kullanılmayan hava anlamı anasır-ı erbaanın unsurlarından olduğu için iham-ı tenasüplüdür.
Tezad: Âb ile âteş kelimeleri anlam bakımından zıt kelimelerdir birinin yakıcı etkisi varken diğerinin söndürücü bir etkisi vardır bu sebepler aynı beyitte kullanıldıkları için tezad oluşturmuşlardır.
Ses ilgisi: d, n ,ü
5 Geçmez oldı gerçi nakd-i şi’r ile hubâna söz
Hâtır-ı Nev’i velî hüsn ü edâdan geçmedi
“Gerçi nakd-i şi’r ile hubâna söz geçmez oldı; veli hâtır-ı Nev’i hüsn ü edâdan geçmedi.”
“Gerçi şiir sermayesiyle güzellere söz geçmez oldu; ancak Nev’î’nin gönlü güzellik ve edâdan geçmedi.”
Birinin adına şiir yazılması o kişinin çok hoşuna gider fakat burada Nev’i sevgili için şiir yazdığını ancak bununda fayda getirmediğini belirtiyor. Bu sözlerden de sevgilinin çok vefasız olduğunu çıkartabiliriz. Yine bu sözlerden Nev’î’nin sevgili için çok şiir yazdığı anlamına da varılabilir, çünkü bir insana yapılan süprizlerin en etkili olanı ilk yapılanıdır aynı davranış tekrarlandığında değeri, ilgisi azalır. Nev’î sevgiliye o kadar çok şiir yazmıştır ki artık yazdığı şiirlerin sevgiliyi etkilemediğini vurguluyor. Bu vefasızlığa karşı Nev’î’nin hala sevgilinin güzelliğinden ve edasından vazgeçmediğini ve geçmeyeceğini anlıyoruz.
Beyitte yer alan “hubân, hatır, hüsn ü eda” kelimelerinin kullanılması tasavvufi bir anlam düşündürmektedir. Özellikle gazelin başında Allah’a ulaşmak için kalp yolunu seçtiğini ve bu yönüyle zahidden ayrıldığını söyleyen aşık bu beyitte yine Allah’a ve onun güzelliğine ulaşmak için çalıştığını tuttuğu bu yolda ona şiir ile ulaşamasa da, gönlünün bu güzellikten, ona kavuşma özleminden vazgeçmediğini söylüyor.
Sanatlar:
Açık istiare: Beyitte geçen hubân sözüyle sevgili kastedilmiştir bu sebeple açık istiare yapılmıştır.
Teşbih- beliğ: “nakd-i şiir” kelimesinde şiir sermaye olarak görüldüğü için ve sadece benzeyen ile benzetilen kullanıldığı için teşbih-i beliğ sanatı yapılmıştır.
Tenasüp: divan edebiyatında sevgilinin vasıflarını anlatan bir çok kelime vardır. Beyitte geçen “huban, hüsn, eda kelimeleri anlam itibariyle sevgilinin vasıflarından olduğu için tenasüp sanatı yapılmıştır.
Şiir ve söz kelimeleri anlam itibariyle birbirine yakın kelimelerdir çünkü ikisi de duygu ve düşünceleri anlatmak için kullanılan bir aracı fonksiyonu görürler bu sebeple birbirleriyle tenasüplü kelimelerdir.
Ses ilgisi: g,h,n.
Sonsöz
On altıncı yüzyılda Divan edebiyatının zirve noktasında yaşamış ve önsözde de belirttiğimiz gibi üzerinde fazla durulmamış şairi olan Nev’î’nin incelediğimiz iki gazelinden hareketle bazı sonuçlara ulaşabiliyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse Nev’i’nin Türk, Arap ve Fars dillerine hakim iyi tahsil görmüş ve küçük yaşta öğrendiği tasavvufi bilgileri hazmetmiş bir şairdir. Sahip olduğu engin bilgileri yazdığı bu iki gazelinde hayal gücüyle başarılı bir şekilde eritmeyi bilmiş bir şairdir. İncelediğim bu iki gazelinde kullandığı kelimelerle günlük konuşma diline uygun bir söyleyişe sahiptir. Örnek verecek olursak;
“Nâz ile gördüm vefâdan geçdi dün ol bî-vefâ
Gelmedi benden yana cevr ü cefâdan geçmedi”
beyiti o günün konuşma dilinin bir mahsûlü olup beyitin içinde arkaik kelimeye rastlanmamaktadır.
Şiirlerinde halk arasında sıkça işitilen dilden dile konuşulan hikâyelere yer vererek gazellere akıcılık vermektedir. O dönem ve günümüz düşünüldüğünde “Gül ve Bülbül” hikâyesini bilmeyenimiz yoktur. Bunun bilincinde olan şair Gül ile Bülbül hikâyesini;
“Visâlün sanma teskîn itdi sûz-ı dâg-ı hicrânı
Güle bülbül karîb oldukça artar âh y efgânı”
beyitinde ustaca örneklemeyi bilecek kadar dil ve şiir bilgisine sahip bir şahsiyettir.
İslâm dininin inançlarına bağlı ve samimi bir Müslüman olan şairin incelediğimiz beyitlerinde İslam dininin prensiplerine aykırı bir ifadeye rastlamadık. “beni zencîr-i dûd-ı âh”, “meczûb-ı Sübhâni ider” mısrasıyla bu konudaki görüşünü dikkatlere sunmaya yetecek bir mısradır. İncelediğim gazellerin beyitlerini hemen hemen hepsinde yer alan tasavvuf düşüncesi yine onun İslâm dininin inançlarına olan bağlılığını gösterecek bir kanıttır.
Nev’î incelediğimiz gazellerinden hareketle yaşadığı coğrafyayı ve bu coğrafyada yaşamış şahsiyetlere beyitlerinde sıkça yer vermiş bir şairdir. Örnekleyecek olursak; “Gülistan”, “Mansûr”, ve İstanbul’da bir semt olan “Vefa” kelimeleri hemen eser ismi hem şahsiyet ismi hem de yer ismi olmakla dönemin tanınmış isimlerine ışık tutmaktadır.
İncelediğimiz gazellerle sıkça yer âşık, sevgili, rakîb, rind, zahid gibi insan tipleri Divan edebiyatımızın klasik ölçütlerine uygun düşer. İncelediğimiz gazellerden hareketle âşıkların ruh hallerini, fiziki yapılarına daha çok dikkat ettiğini görüyoruz. Örnekleyecek olursak ; “dîdemün âbı tükendi”, “ sîne pür-âteş”, “ ten gubâr”, “ sûz-ı dağ-ı hicrân”, “ zencîr-i dûd –âh” kelimeleri aşıkların vasıflarındandır.
Özetle ifade etmek gerekirse Nev’î’nin şairliği ve şiir hususiyetleri şunlardır;
1- Dili sade, söyleşi akıcı ve tabiidir.
2- Seçtiği kelimeler dönemin Divan edebiyatının yapısına uygundur.
3- Engin tasavvuf bilgisine sahip olması şiirlerine de aksetmiştir.
4- Şiirlerinde İslam prensiplerine uygun tarihi şahsiyet ve olayları konu alan bir yapıya sahiptir.
Kaynakça
Tulum, Mertel, Tanyeli M. Ali; Nev’î Divaniİstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No. 2160- İstanbul-1977
Sefercioğlu, M. Nejat; Nev’î Divanı’nın Tahlîl, Akçağ Yay.,ikinci baskı, Ankara-2001
Tolasa, Harun; 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve eleştirisi, Akçağ Yay.,Ankara-2002
Tolasa, Harun; Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Akçağ Yay.,ikinci baskı, Ankara-2001
Banarlı, Nihad Sami; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB Yay., Cild I, İstanbul-2004
Devellioğlu, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Haz: Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi,22. baskı, Ankara-2005
[4] Arşiv.zaman.com.tr/2002/10/17/yazarlar/iskenderpala.html.
[5] Divan Şiirinde Rind, Gülay DURMAZ, U.Ü. FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYAL BİLGİLER DERGİSİ YIL:6 SAYI:8 2005/1
[6]Sufizm veya Sufilik (Arapça: صوفية), İslamiyet’te Allah’a ulaşmanın ezoterik yollarından biri ve felsefi bir akım. Birçok farklı tarikatı vardır. Mezhep olup olmadığı konusunda fikir birliğine ulaşılmamıştır. Bu yolun takipçilerine Sufi denir.
Sufizm’in tanımı çeşitli mutasavvıflarca farklı şekillerde yapılmıştır. Bu tanımlardan birine göre, Sufizm, insanın akıl yoluyla erişemediği ilahî hakikatleri ve gayb alemine ait hakikatleri sezgiyle arama yoludur. Hedef, insan-ı kamil olmaktır. Bir başka deyişle, Sufizm, İslam inanışına göre, kişiliği kötü huylardan temizleyip, ruhu pak edip, olgun olma (kemale erme) yoludur.( http://tr.wikipedia.org/wiki/Sufizm)
[7]Büyük Genişletilmiş Sözlük
Merhaba. Sayfanızı tesadüfen gördüm. Gazelin 4. beytinde vezin kusuru var muhtemelen eksik yazılmış. “Ten gubâr oldu velî gönlüm hevâdan geçmedi” şeklinde olması daha muhtemel görünüyor. Selam ve hürmetlerimle.
Dr. Mürselin GÜNEY (MD)
Merhaba. Sayfanızı tesadüfen gördüm. Gazelin 4. beytinde vezin kusuru var muhtemelen eksik yazılmış. “Ten gubâr oldu velî gönlüm hevâdan geçmedi” şeklinde olması daha muhtemel görünüyor. Selam ve hürmetlerimle.
Dr. Mürselin GÜNEY (MD)
Hocam evet beyitte bir sıkıntı var gibi görünüyor. Orijinal metne ulaşabilirsen guncelleyeyim. Ayrıca bir tıp doktorunun bu denli nazara sahip olması takdire şayan. Şükranlarımı sunarım…