Bir Beyit Bir Hikaye I
Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana
“Ey kalem için sihr ve büyü ile dolmuş; demekki senin için –kalemin ortasındaki siyah yer- Harut’un saçından oluşmuş.”
Beyit, Divan edebiyatımızın 18 yy. şairlerinden Nedim tarafından kaleme alınmıştır. Sitemizin Divan edebiyatı bölümünde tümü yer alan şiirin her beyitinde şair, övdüğü veya yerdiği varlıkları bir başka varlığa benzetmektedir. Bu beyitte de şair kalemini, şairliğini överek, ona ilahi bir vasıf vermiştir. Çünkü melekler ve şeytanlar bizim gözle göremediğimiz ancak varlığına inandığımız varlıklardır. Bu tür varlıkların varlığına Kur’an-ı Kerim’de kanıtlar vardır. Tıpkı bu beyitte geçen Harut isminin olduğu gibi.
Harut ile Marut iki kardeştir. Bu iki isim direk isimleri geçmese de Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde geçmektedir;
Ayetin meali şöyledir:
Bakara; 102: Ve onlar (Yahudiler) Süleyman mülküne dair şeytanların okuyup durdukları şeylere uydular. Hâlbuki Süleyman kâfir değildi. Ama o şeytanlar kâfir idiler; insanlara sihri ve Babil’de iki meleğe/ iki krala; Harut ve Marut’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi (Harut ve Marut), “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. İnsanlar o ikisinden erkekle eşinin arasını açtıkları şeyleri öğreniyorlardı. -Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler- Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Ant olsun ki, onu satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve öz benliklerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi! Keşke bilmiş olsalardı.
Öncelikle amacımın beyiti açıklamak olduğunu ve beyitin içinde geçen bu anahtar kelimenin beyiti açıklamakta gerekli olduğunu ve bu sebepten bu kelimelerin –Harut ile Marut- varlıklarını ve rivayetlerini okuduğum kaynaklardan edindiğim kadarıyla açıklamak istiyorum. Allah’ım yanlış sözden sakındırsın.
Bu iki melek Cennet’te insanlarla alay edip insanları küçümserlerdi. İnsanların mal hırsından, kadınlara karşı zaaflarından ötürü onları yererlerdi. Allah-ü Teâlâ bu iki meleği yeryüzüne sınanmak için gönderdi ve bu melekler gündüz yeryüzünde gece ise bir kelime –şifre- söyleyerek gökyüzüne çıkıyorlardı.
Bu melekler sınanmak için geldikleri dünyada daha ilk gün Zehra isminde bir kadınla tanışmışlar. Bu kadın zevk ü sefaya düşkün, erkekleri peşinden koşturan iffetli bir bayanmış. Şarap içer, afyon çekermiş. Kendinin başını döndürdüğü gibi çevresinde olanları da etkiler onları da yoldan çıkarırmış. İlk gün gündüz Zehra’nın yanında olan Harut ile Marut, Zehra ile beraber şaraplar içip, afyon çekmişler ve gece olunca şifreyi söyleyerek gökyüzüne çıkmışlar. Ertesi gün olduğunda yine dünyaya -İsrailoğullarının bulunduğu topraklara; Lut gölü yakınlarına- inmişler. İkinci gün Zehra, Harut il Marut’tan dün geceki zevki yaşamaları için belâlısı olan bir genci öldürmelerini istemiş. İki sınanma meleğimiz bunu yaparlar gece olunca şifreyi söyleyerek gökyüzüne çıkmışlar. Üçünçü gün olduğunda Zehra yine bunlarladır. Bir önceki gündeki gibi yerler içerler, afyon çekerler ve gece olduğunda gökyüzüne çıkacaklarken Zehra bunlardan sihirli kelimeyi –şifreyi- öğrenir ve Zehra bu kelimeyi söyleyerek gökyüzüne çıkar. Gökyüzünde yıldız olur. Bu yıldız en güzel yıldız olarak bilinen Zöhre yıldızıdır. Zöhre yıldızı hakkında genişçe bir yazı yazmayı düşünüyorum ancak kısaca belirtmek gerekirse bu yıldız; Mitolojide, şehvet, müzik ve aşkı temsil eden ve divan edebiyatımızda Zühre olarak adlandırılan bir yıldızdır. Eski astronomi bilgilerine göre üçüncü göktedir ve kutlu bir yıldızdır. Müzisyenlerle, hânendelerin yıldızıdır. İran mitolojisinde adı Nâhid, Yunan mitolojisinde Afrodit, Romalıların mitolojisinde Venüs adıyla anılan bir kadın tanrıçadır. Finikeliler bu tanrıya Astarte derlerdi. Tabiatın doğurucu gücünü ve güzelliğini temsil eden bu yıldız görüldüğü gibi birçok kültürde değişik isimleriyle bilinmektedir.
Zöhre gökyüzüne çıkınca Allah-ü Teala, Harut ve Marut’u cezalandırarak onları Lut çukurunun tavanına baş aşağı şekilde sonsuza kadar asmıştır. Lut çukurundan hâlâ koku gelmekte ve dikkatli dinlenildiğinde sesler gelmektedir. Bu seslerin Harut ile Marut’un sesleri olduğu rivayet edilir.Çünkü onlar Cennet’te alay ettikleri insanların durumuna düşmüşler ve Zehra’nın iffetine yenik düşmüşlerdir.
Harut ve Marut’un Lut çukurunda insanlara büyü öğrettikleri rivayet edilir. Bu bazı kaynaklarda ilk büyücülerin onlardan öğrenmeleriyle ortaya çıktığı rivayet edilir. Yalnız onların yanlarına gelen kimseler “Biz fitneyiz, sakın kâfir olma!” demedikçe, onlar hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi.
Harut ve Marut hakkında birkaç bilgi verdikten sonra beyitimizi açıklamaya geçebiliriz.
“Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem
Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana”
Beyitte şair kalemine seslenmektedir. Kalemini övüyor görünerek aslında kendini övmektedir. Çünkü insanlarda böyle bir duygu vardır. Bir nesneyi överek aslında başka bir kişi veya varlığı överler. Mesela iyi bir şoför için direksiyonu kuvvetli, veya tavlada yenen bir insan içinde iyi zar geliyor denir.
Her neyse beyitte şair kalemine ilahi bir vasıf vererek yani içinin,iz bırakan siyah yerinin-nâl-, Harut’un saçından meydana geldiğini söylemektedir. Bunun birinci sebebi sihir yapılırken saç telinin kullanılmasıdır. Harut’ta sihirle ilgili bir melek ismi olduğu için şair bu beyitte Harut ismine yer vermiş olabilir. Bir diğer sebebi de Harut’un Lut’ta mağaraya ayaklarından asıldığının rivayet edilmesindendir. Çünkü ayaklarından asılan bir insanın saçı aşağı doğru düz bir şekilde uzayacak ve düz bir şekilde kalem gibi duracaktır.
Günümüzde bu beyite yakın bir nesir söz söylenmiş olsa; “Ya bu kalem ne kadar güzel, ne kadar kıvrak bir şekilde hemencecik de yazıyor böyle galiba bunu yazan kimsede ilahi bir kuddet, güç var.” denirdi.
İşte 18. yy şairi Nedim bu beyitini, şairliğini övmek, kaleminin hünerini göstermek için bu şekilde Harut ve Marut’u telmih yaparak kaleme almıştır.