Divan Şiirinde Aşkçık
Söze başlamadan evvel bu yazıya neden Divan Şiirinde Aşk değil de Divan Şiirinde Aşkçık başlığını koyduğumdan bahsetmek isterim. Aşağıda da belirteceğim gibi Divan edebiyatında en önemli konu aşktır. Bu sebeple yüzyıllar boyunca hakkında şiirler söylenmiş, hikâyeler yazılmış bir konu hakkında söz etmeye başlansa cild cild kitaplar dolacağından eminim. Burada sadece günümüzle kıyaslama yapılarak az da olsa Divan edebiyatındaki aşktan genel hatlarıyla bahsedeceğiz.
Nedir aşk? A-ş-k seslerinden oluşan üç harfli bir kelime mi? Yoksa çok değişik çağrışımlar yapan bir anlam mı? Aşk, kimine göre hayatın anlamı; kimine göre ise bir günlük maceradır. Bu belki asırlardır böyle gelmiştir. Günümüzde baktığımızda herkesin ağzındadır. Hemen herkes kendisine göre bu kelimeye bir tanım uydurmaktadır. Kimi flört etmek diye telaffuz etmektedir; kimi ise çıkmak der. Kimisi de otobüs köşesinde arkadaşlarına sevgilisiyle yaşadıklarını –ki belki bunlar aşkın mahremleridir- anlatmaktadır. Bunun sebebi ise aşka ve maşuka verilen değerdendir. Bu değer günümüzde giderek düşmektedir. Divan edebiyatında bu değer çok üstün tutulmuştur. Mesela arkadaşlarından biri bir gün Leyla’nın yanına gelmiş ve Mecnun mu seni daha çok seviyor yoksa sen mi Mecnun’u daha çok seviyorsun diye sormuş. Leyla, hiç tereddüt etmeden tabiî ki ben Mecnun’u çok seviyorum demiş. Arkadaşı hemen söze karışmış; Nasıl olur o senin için çöllere düştü, divane oldu demiş. Leyla bu söz üzerine devam etmiş ve O, bana olan aşkını ulu orta, her yerde anlattı, dile getirdi. Herkes, onun beni sevdiğini öğrendi ama ben onun aşkını bir sır gibi kalbimde sakladım. Sadece kalbim bildi ve tek sırdaşım o oldu demiş. İşte bu sebepten dolayı gerçek âşık benim o ise sabırsız bir seven der. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere geçmişte aşka verilen değerle, yukarıda belirttiğimiz bugünkü aşkın farkı ortadadır. Aşk gizli olan, ulu orta yerde dillendirilmeyen bir duygudur. Aksine aşk,
Cânı kim cânânı için sevse cânânın sever
Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever
Fuzûlî (16.yy.)
“Kim, canını sevdiği için severse, sevdiğini sever; kim, canı için sevdiğini severse, canını sever.”
Büyük üstâd Fuzûlî’nin belirttiği gibi yaşamanın gayesi, ona hayat veren bir duygudur.
Divan edebiyatında gazel, kaside, rubai, şarkı, tuguy vs. gibi birçok nazım şekli kullanılmıştır. Bunlar içinde en çok kullanılan nazım şekli ise gazeldir. Gazeller konuları itibariyle; sevgiliyi, sevgilinin güzelliğini anlatan nazım şeklidir. Yani dolayısıyla bu eserlerde aşk konusu işlenmiş olup Divan edebiyatının en önemli konusunun aşk konusu olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Bu kadar önemli bir konu olduğu için şairler aşk konusunu işlerken sürekli
Şöyle gird olmuş firengistân birikmiş bir yere,
Sonra gelmiş kûşe-i ebruda hâl olmuş sana”
Nedim(18. yy.)
“Dünyanın bütün kuyu renkleri ( Hıristiyan âlemi koyu renk olarak izhar edilir.) bir yere birikmiş, sonra gelmiş kaşının köşesinde ben olmuş.”
Örneğinde olduğu gibi sadece sevgilinin güzelliğini övmekle yetinmemişler;
Pür-âteşim açtırma benim ağzımı zinhâr
Zalim beni söyletme derûnumda neler var
(Leyla Hanım 19. yy.)
“(A acımasız sevgili) Beni söyletme ki içimde neler neler var! Öyle ateş doluyum ki sakın ağzımı açtırma ( yoksa dünya tutuşacak)”
Örneğinde olduğu gibi sevgilinin kendilerine yaptıkları cevr ü cefadan gösterdikleri tegafülden ve çektirdikleri eziyetlerden de sık sık yakınmışlardır.
Ama yine de âşıklar Fuzûlî’nin dillerinden dökenler bu mısralarda olduğu gibi sevgiliden gelen bu eziyetlere ve sıkıntılara razıdırlar.
Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle
Derde yok sabrı anın her lâhza bin feryadı var
(Fuzûlî 16. yy.)
“Gülüm! Beni bülbül ile karıştırma sakın! Ben temkimli bir âşığım; onun ise derde sabrı kalmamış, her an binlerce feryat eyliyor.”
Divan edebiyatında aşklar, günümüzde görüldüğü gibi, dönemlik veya günlük değildir. Âşıklar Ahmet Paşa’nın hâmesinden döküldüğü gibi aşkına sonuna kadar bağlıdır.
Cânıma bir merhabâ sundu ezelde çeşm-i yâr
Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim.
(Ahmet Paşa 15. yy.)
“Ezel gününde sevgilinin gözü bana bir merhaba lütfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım.”
Yukarıda bazı örneklerde görüldüğü gibi, beşeri aşkın işlendiği örnekler yaygın olmakla birlikte; büyük şair Fuzûlî’nin başını çektiği gibi ilahi aşktan bahseden örnekleri de sayıca az değildir. Bu tür şiirlerde maşuk ise yaradan, tek sığınmacı ve mutlak dönüşün sahibi olan Allah (c.c.)’dır. Kısaca âşıklar(şairler) kendilerini Bezm-i Elest’te -insanların dünyaya gönderilmeden önce ruhlarının toplandıkları mecliste- Allah’ın sorduğu “Elestü bi-Rabbiküm: Ben sizin rabbiniz değil miyim?” Sorusuna “Kâlü: evet” cevabını vererek dünyaya hicrete gönderildikleri bu dünyada ona sadık kalarak sürekli, gerçek maşuk olan Allah’a ulaşacakları günü beklemektedirler. Onlar bu dünyada, aşağıdaki beyitte olduğu gibi şan şöhret bulmaya değil Allah için sınanmaya âh eyleyip sıkıntı çekmeye, çile doldurmaya gelmişlerdir.
Sanman ki taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik
Yenişehirli Avnî (19. yy.)
“Dünyaya gelişimiz ne mevki ve makam, ne de mal ve mülk peşinde koşmak için… Biz buraya bir sevgili için âh etmeye geldik, o kadar…”
Yukarıda, Divan edebiyatı hakkında ettiğim birkaç söz, bu kadar geniş bir edebiyatı, edebiyatın içinde olan kimselere anlatmaya yetmeyeceğini bilmekle birlikte Divan edebiyatına yeni merak saranlara bu nâdîde şiir anlayışındaki aşk hakkında çok kısa da olsa bilgilenmenize yardımcı olacağına inanmaktayım.
Kaynaklar:
1-İskender PALA, Kitab-ı Aşk, Alfa Yay.,İst., 2005
2-Osmanlıca Sözlük
3-Tasavvuf Terimleri Sözlüğü